Bu Blogda Ara

3 Temmuz 2016 Pazar

ÜLKÜCÜ ŞEHİT AHMET ÇOLAK


ÜLKÜCÜ ŞEHİT AHMET ÇOLAK

ŞEHİT OLDUĞU TARİH: 3 TEMMUZ 1980
ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: ORDU
DOĞDUĞU YER:
MESLEĞİ:  
Kendi Mezarını Kazan Polis Fatsa'nın Çullu tepesindeki ağaçlar insanlık tarihinde ender rastlanan hazin bir olaya tanık oluyorlardı... Görevinin kutsal gereğini ifadan çekilmemiş bir polise, Halkevi mensupları, kendi eşeceği mezara diri diri gömülme kararı vermiş ve Sadi Ekis, Cemal Yakan isimindeki devrimcileri onlara yardım edeceklerle birlikte cezayı infaza memur etmişlerdi. Cumhuriyet Meydanı'ndan kaçırılan Niğdeli polis buraya getirilmiş ve eline kazma verilmişti... Devrimciler bir iki soru sormuş, o hiç cevap vermemişti... Sadi biraz öfkeli: "O şoförü de sen götürmüştün hastaneye değil mi?" dedi.. Polis bir şey duymuyor, konuşmuyordu... Ter kan içinde toprağı kazıyor, arasıra büyük ümitle Fatsa'ya doğru bakıyor, son bir kurtuluş olarak gelecek ekip arabasını, ya da yiğit birkaç Fatsalı genci boşuna bekliyordu. Bütün ümidini kaybetmişti...
Hayatta kalabilmesini sağlayacak hiçbir yolun kalmadığını anlar, yaklaşan ölümünün gölgesini çevresinde görür gibiydi... Anlaşılmaz duygular içinde düşünmesine rağmen, geçen her saniye onu değişik bir şuurlu oluşa götürüyordu... O değil de devrimci gençler, ondaki bu yönelişi anlayamamanın bunalımını duyuyorlardı.
Güç anlaşılır bir durumdu.
Tablonun en korkunç, en hazin yönlerinden biri de bu manadaki işkence idi...
Bir bakıma işkence yapanlar anlayamadıkları, kaynağını kestiremedikleri bir işkence duyuyorlardı... Bu, insan gerçeğini anlayamamış, onu sadece et ve kemik merkezli değerlendiren görüşten ileri geliyordu.
Halbuki insan sadece et ve kemik değildi...
Attığı topraklar... Ve dudaklarında, simasında acı bir tebessüm...
Tam anlamıyla Allah'sız olduklarını bildiğinden onlardan en ufak bir acıma, yardım beklemediği gibi, neredeyse polis onlara acıyordu... İnancı bütün bir Müslüman'dı. Her şeyin Allah'dan olduğuna inanıyor, yalnız ahının bu fani dünyada dahi onları çok perişan edeceğini hissediyordu...
Onu öldürecekleri kesindi...
Her insan mutlaka ölümü tadacaktı. Ölüme, inanmış olarak, Allah'ı bilir olarak yaklaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Ölüm anı mutlaka çok dehşetli idi... Bilhassa imansızlar için. Asıl korkulacak o andı...
Geçen hafta evinde okuduğu İhya kitabındaki hadisi büyük bir soğukkanlılıkla hatırladı:
"Eğer ölünün saçlarından bir saç, sem‚ ve yeryüzü ehline konsa, Allah'ın izni ile bütün insanlar ölürdü."
Ölüm anı ve kabir hakkında çok bildiği vardı. Allah'a inanmış, dine bağlı salih kimseler için ölüm Hakka kavuşmaktı.
"O kabir, ehli iman için bu dünyadan daha güzel bir aleme Nur'a açılan bir kapı idi..."
O, bu yüce fikirlerin verdiği güç altında biraz sonra diri diri gömüleceği kendi mezarını kazdırılan biri değil, bir çiçek bahçesinden çiçek toplayan huzurlu bir insan görünümünü veriyordu. Konuşması, özlem duyduğu alemlerin has kokularını yakından duymuş olmasından geliyordu...
Onun bu hayret verici tavrı tarihlerin en korkunç zulmünü işlediklerinden dahi bihaber devrimci gençleri çileden çıkarıyor, sinirlerini alt üst ediyordu. Çelişki o kadar açıktı ki, kazılan mezara oradaki devrimciler girecekti... Ellerindeki silahlara, demir sopalara rağmen onlar korku içinde ve şuursuz bir durumdaydılar... Kazılan toprakları polise elleriyle attırdılar. Bir ara biraz yorulmuştu, bu hareketlerinden belli oluyordu. Sadi "durmasana" diye titrek bir sesle bağırarak elindeki tabanca dipçiği ile çenesine vurmuş, polisin dişleri kanamış, ağzından kan gelmeye başlamıştı...
Polis yere yıkılmıştı... Kalktı, doğruldu. Onlar merakla ne söyleyecek diye ona bakıyorlardı. O sadece görünen Fatsa'ya ve Büyük Cami'nin minaresine doğru bakarken, "zulme rıza zulümdür" diye içinden söylendi.. Onlara hiç bakmadı...
Zaten onları çevresinde birer siyah karartı şeklinde görüyordu. Göz ucu ile çenesine inen Sadi'nin elindeki silaha baktı, kendi silahı idi... Eğildi... Toprakları çekiyordu mezardan. En son hatırladığı bir ayetti: "Sizi toprak'tan halk ettik, yine toprağa döndürecek ve yine tekrar Oradan dirilteceğiz..."
İmansız gitmemek için direndi, son gücüne kadar mücadele etti, kafasına sırtına yediği demir sopalarla bitap bir durumdaydı. Elbiseleri ile birlikte, henüz ruhunu teslim etmemişken mezara gömdüler onu...
Birer sigara yakıp Çullu tepesinden ayrılırken toprak altından gelen uğultuları vadideki ağaçlar, kuşlar ve esen rüzgar duymuştu ama, devrim savaşçıları duymamıştı... Onlar çikolata görmemiş çocuklara, çikolata götürmenin kurtarıcı, özgürlükçü ve insancıl (!) görevini üstlendikleri inancı içindeydiler..
Şüphesiz katillikleri farkında idiler, ama bunlara çikolata görmemiş insanlara çikulata götürebilecek insani yol ve ideallerin de bulunduğunu-bulunabileceğini anlatamamış ya da öğretememiş yönetici, öğretmen, egoist politikacı ve insanların da bu suçlulukta hisseleri vardı. Hazin olan o meçhul suçluların-suçluluklarının farkında bile olmayışları idi...
Olaydan dört ay sonra şehit polisin ruhu birçok Fatsa'lı onun ahının yapanların yanına kalmadığına, düşünce ve hislerinde yanılmadığına şahid oluyordu.
Sadi, keşif için getirildiği polisin mezarı başından kaçmaya yeltenirken, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mensubu bir yüzbaşının kurşunu ile beyni parçalanarak, diğer devrimci arkadaşları ise 11 Temmuz'da Fatsa'ya yapılan nokta operasyonundan sonra jandarma ile çatışmaya girdikleri ormanlarda öldürülüyordu.

ÜLKÜDAŞIMIZA ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM

ÖNEMLİ NOT: ŞEHİTLERİMİZLE İLGİLİ ELİNDE BİLGİ, RESİM OLAN VARSA YA DA DÜZELTİLMESİ GEREKEN BİRŞEY VARSA LÜTFEN BANA ÖZEL MESAJDAN YAZSIN. TEŞEKKÜRLER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜLKÜCÜ ŞEHİT HAYRULLAH SEVGÜR

ÜLKÜCÜ ŞEHİT HAYRULLAH SEVGÜR ŞEHİT OLDUĞU TARİH: 23 ARALIK 1978 ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: KAHRAMANMARAŞ DOĞDUĞU YER: KAHRAMANMARAŞ M...